" YÖNETMEN OLMAK ISTERDiM "
A.Tarik Serda - Ömer Lütfi Mete'yle Röportaj, Zaman - 20 Subat 2000

TRT tarafindan kendisinden istenilen Mehmet Akif Ersoy belgeseli için ilk defa senaristlige soyunan Ömer Lütfi Mete, bu çalismasiyla birlikte 1970'lerde gazetecilikle basladigi meslek hayatinin senaristlikle sonuçlanmasinda ilk adimi atmis oldu. Her ne kadar TRT'nin ilgisiz ve özensiz olarak belgesellestirdigi bu senaryo kendisinin bu isten sogumasina neden olsa da, arkasindan gelen diger tekliflerle birlikte gazetecilik geri plana düstü. Gazeteciligin yaninda çesitli dergilerde siir ve hikayeler yazan Mete, ilk eseri Balonya Tüneli'ni de 1978 yilinda yayinladi. Kaleme aldigi Çizme, 1991 yilinda Ismail Günes tarafindan filme çekildi ve bu eser kendisine Yazarlar Birligi En Iyi Senaryo Ödülü de kazandirdi. Televizyonlarda begeniyle izlenen Bizim Ev ve Deliyürek gibi dizilerin de senaristligini yapan Ömer Lütfi Mete ile çalismalarii, senaryolari ve bir senarist gözüyle Hizbullah'i konustuk...

1970'lerde basladiginiz gazetecilik hayatinizdan senaristlige geçis yapan bir insansiniz. Bu meslek size daha mi cazip geliyor?

Ben senaristim ama bunun yaninda hikaye, roman ve siir de yaziyorum. Uzun bir dönem gazetecilik de yaptim. Senaristlik bunlarin içinde sadece iyi gelir getirdigi için daha öne çikmistir. Ciddi anlamda gazetecilikte bulamadigimizi burada buldugum için senaristlik yapiyorum. Bu isi çok da sevdigim söylenemez. Hele dizi senaristligine kutsal bir is gözüyle, bir sanat gözüyle kesinlikle bakmiyorum. Ancak Deliyürek'te sinema tadi var. Onu yakaladik gibi. Ama her seye ragmen seyircinin haftalik tüketimini karsilamak durumunda bulunuyorsunuz. Her hafta bir seyi yetistirme sikintisi çekiyoruz. Seyircinin alistirildigi yapay gerilimi saglamak zorunda kaliyorsunuz. Dolayisiyla dogal bir öykü anlatmaktan uzaklasiyorsunuz. Ben buna sanat diyemiyorum.

300 MiLYON BÜTÇEYLE FiLM

TGRT tarafindan çekilen ve aralarinda senaryolarini sizin de yazdiginiz Köstekli Saat, Ahmet Bedevi, Veysel Karani gibi filmleri basarili buluyor musunuz?

TGRT'nin o dönemde yaptigi evliya filmleri içinde ikisi farklidir; Ahmet Bedevi ve Veysel Karani. Bana göre o tarzin içerisinde mümkün olabilecek en düzgün filmlerdir. Zaten daha iyi olmasini beklemek de mucize olurdu. Çünkü TGRT o filmler için 300 milyon lira bütçe ayirmisti. Zannedersem 1992 yillariydi. Biz kendilerine "Bu bütçeyle film yapilmaz. Çekmeyin! Bu insanlara düsman misiniz?" diye söyledik. Çok komik bütçelerle çekildi o filmler.

Veysel Karani'ye siz çok kötü bir çalisma olarak bakabilirsiniz. Sadece tarzi olarak söylemiyorum, kendi basina bile güzel bir sinema çalismasidir. O filmde gerçekten çok güzel planlar var. Tabii bu da filmin yönetmeni Ismail Günes'in basarisi. Bizim oraya katabilecegimiz sadece diyalogdan ibarettir. Kendi adima söylüyorum. Eger bir filmi iki-üç kez izledikten sonra, "Keske yapmasaydim" demiyorsa bu onun için iyi bir çalismadir. Ben bunu Ahmet Bedevi için de Veysel Karani için de söylemedim.

Ancak senaryosunu benim yazdigim Köstekli Saat için bunlari söyleyemem. Oyuncu kullanimi hatasi, filmin içerisine yerlestirilen bazi anlamsiz sahneler yüzünden basarili olmadi. Finaline de hiç anlami olmayan bir seks sahnesi konmustu. Neticede iyi bir film ortaya çikmadi.

Senaryolastirdiginiz öyküler içerisinde sinema filmlerinin aksine, diziler daha basarili oldu gibi. TGRT'de yayinlanan Bizim Ev, simdi seyretmekte oldugumuz Deli Yürek... Bunu neye bagliyorsunuz?

Bu isin ölçüsünü su sekilde koymaliyiz: Iyi bir senaryodan kötü bir film yapabilirsiniz; ama kötü bir senaryodan iyi bir film çikartmak çor zordur. Sadece senaryonun iyi olmasi, iyi bir film ortaya çikmasina yetmiyor. Ben, "Yazdigim bütün senaryolar çok iyidir. Bunlardan güzel filmler ortaya çikmiyorsa benim bir kabahatim yok." demiyorum. Bu çalismalarda yönetmenin, yapimcinin, oyuncularin, hatta televizyonun bile bir taksirati var. Ben sunu kesinlikle üzerime almam. Bir senaryo iyi degilse, bunun suçu senariste yüklenmemeli. Yönetmen, "Bundan güzel bir çalisma olmaz, ben bunu çekmiyorum!" demeli. Dolayisiyla iyi bir filmde, en önemli pay yönetmene ait oldugu gibi, kötü bir filmde de kabahatin çogunlugu yönetmenindir. Ayrica senaryo; hikaye, roman gibi degildir. Yalniz basina bir anlam ifade etmez. Ancak canlandirildigi zaman, film haline dönüstürüldügü zaman bir anlami olur. Dolayisiyla oyuncunun, yönetmenin, teknik ekibin ve pek çok kisinin katkisi gerekiyor.

TÜRKiYE'DE OYUNCULUK SORUNU VAR

Senaryolarini yazdiginiz filmlerin çekilme asamasinda sette bulundugunuz oluyor mu? Veya filmi çeken yönetmenlerin size danismasi gibi bir durum söz konusu mu?

Genelde bulunmamaya çalisiyorum. Zaten yönetmenlerin senaristlere danismasi SIk basvurulan bir yöntem degildir. Bazi yönetmenler sadece bu tür davranista bulunur. Mesela Ismail Günes çok danisir. Önceden senarist olan yönetmenler ise kesinlikle danismaz. Ben bugün elli yasindayim. Sunu söylemek istiyorum; on yas daha genç olsaydim yönetmenlige baslardim. Ancak simdi çok geç. Zaten vakit ayiracak zamanim da yok. Ciddi anlamda asistanlik yapmam lazim. Aradigim resmi, gerçek drama duygusunu kimseyle saglayamiyorum. Bunun da çesitli nedenleri var. Ayrica Türkiye'de ciddi anlamda bir oyunculuk sorunu oldugunu düsünüyorum.

'ALEM'i TANIYORUM

Deliyürek, televizyon dizileri içinde gerçekten belli bir kalite olusturdu. Film herkese Susurluk'u hatirlatmisti. Siz diziyi kaleme alirken, yine derin devlet düsüncesinden mi yola çiktiniz? Ayrica böyle bir düsüncede gazeteciliginizin de etkisi var mi?

Elbette gazeteciligimizin etkisi var. Gündemi, gelisen olaylari takip eden bir insanim. Ayrica bugün 'karanlik adam', 'yeralti dünyasi' diye tabir edilen dünyayi ve o dünyanin insanlarini taniyan bir kisiyim. Bu kisilerin nasil yasadiklarini, deger yargilarini, dünyaya nasil baktiklarini biliyorum. 'Alem' dedikleri bu dünya hakkinda bir bilgim var. Bu elbette çalismaya yansiyor. Ama Osman Sinav'in çikisi biraz daha farkliydi. O, çagdas bir Dadaloglu, Köroglu; bir hakli isyan bayragi çekip, haksizin karsisina dikilen, mazlum için kahramanca mücadele eden bir tipleme tasarladi. Deliyürek ismi de onundur. Biz ondan sonra bu tasariyi projeye dönüstürmeye çalistik. Bu bence çok zevkli bir is. Keske televizyondaki kaliplar olmasa, reyting kaygisi olmasa, belki çok iyi bir sinema filmi olabilirdi. Her hafta 45 dakikalik bir sinema filmi izlettirebilirdik. Ama televizyon dünyasinin sartlari bunun matematiksel bir çalisma olmasini gerektiriyor. Çok güzel bir düsünceydi Osman Sinav'in bu bulusu. Biz bu bulusa 'Susurluk' diye tanimladigimiz dekoru giydirdik.

ÜTOPiK BiR ÜLKEDE YASAMIYORUZ

Bu dekorda emniyet ayagi eksik kalmiyor mu?

Türkiye'de gerçekçi bir emniyet ayagi olusturmamiz mümkün degil. Çünkü sartlar buna müsaade etmiyor. Ütopik bir ülke tasarlasaydik ve burada düsündügümüz birtakim seyleri yapsaydik, o zaman rahat olmazdik. Çünkü bu sadece yalancilarin rahat olabilecegi bir alan.

Susurluk'ta oldugu gibi bugün de gündemi mesgul eden çok önemli bir olayla karsi karsiyayiz; Hizbullah... Özellikle sinemayla ilgilenen insanlar bundan çok iyi bir film ortaya çikabilecegini çesitli platformlarda dile getiriyorlar. Siz bir senarist olarak bu olayi kaleme alsaydiniz nasil bir tablo sunardiniz?

Açikçasi bu olayi ben de senaryolastirmak isterdim. Ancak bunu yaparken derin kökleriyle birlikte ele alirdim. Ben Hizbullah'in nasil dogdugu konusunda, belki çok da dogru olmasa bile bir fikre sahibim. Hizbullah örgütünün önce dogal bir cemaat gibi gelismeye basladigini, daha sonra ise biri komsumuz, digeri bir Avrupa ülkesi farkli gizli servislerinin bu ise baliklama atladigini düsünüyorum. Senaryolastirsaydim, böyle bir düsünceden yola çikardim. Yaniliyor da olabilirim. Ama 'sadece belli bir bölgede türeyen canavarlasmis insanlar' olarak senaryolastirmayi kesinlikle düsünmem.Örnegin; bu örgütten PKK'ya karsi devletin yararlandigini düsünüyorum. Bu olay bana da çok ters gelmiyor. Çünkü dünyada bütün devletler, böyle 'gizli-sakli' isler yaparlar. Gizli servisi olmayan devlet olmaz. Gizli servislerin de bütün isleri yasal olmaz. Buradaki meselemiz derin devletin böyle operasyonlar yapmasindan ziyade, bu operasyonlari yapan kisilerin 'özel' çikarlari için kirlenmesidir. Bunu ayirmamiz ve bununla savasmamiz gerekir diye düsünüyorum. Bunu söyledigim zaman, bazilari bundan Türkiye devletini karalamak gibi bir anlam çikartiyorlar. Hayir ben devletleri ne yüceltirim, ne de karalarim. Böyle bir endisem ve kaygim da yok.

| MP3Wallpaper | Röportaj | KöseHaberReplik | Miroglu Silah Resimleri | Siirler | Kusçu'nun Sözleri |

[ Röportaj Anasayfa ]